Ekonomi Politik'te Ali Bilge, gündemdeki Suriye ve İmralı görüşmelerini masaya yatırıyor.
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!
Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş, günaydın! Merhaba Andrei, iyi haftalar ve iyi yıllar! Yeni yılın ilk programı...
Ö.Ö.: Teşekkür ederiz.
Ö.M.: Teşekkürler, size de öyle. Hem Türkiye’nin, hem de dünyanın son derece yoğun bir programı var, biraz özetlemeye çalışalım. Önce Suriye ve İmralı meselelerine girelim.
A.B.:Suriye için ve İmralı için tahmin oyunları devam ediyor.Suriye meselesinin Türkiye’yi uzun yıllar meşgul edeceği anlaşılıyor. 2075 yılına kadar uzayabilecek gibi bir sorun, Kıbrıs meselesinde olduğu gibi on yıllarca meşgul edebilecek bir sorun yumağı olmaya aday. 1974’te Kıbrıs’a yapılan askeri harekâtın üzerinden 51 yıl geçti. Türkiye’ye çok yüksek maliyetleri olan çözülememiş, ülkeye ayak bağı olan bir sorun ile yaşamaya devam ediyoruz.
Suriye sorunu da yeni bir Kıbrıs sorunu olma yolunda. Kıbrıs, 20. yüzyılda eklemlenen bir sorundu; Suriye sorunu da 21. yüzyılda eklendi.
Biraz önce bahsettiğim, Suriyetahmin oyunları Trump’a kilitlenmiş vaziyette, Trump’ın 20 Ocak’ta görevi devralmasından sonra neler olacak? Trump’ın eline kalmış bir dünyada yaşıyoruz. Sadece Suriye sorunu değil, dünya Trump’ın eline kalmış vaziyette. Trump’ın dünyaya nelere mal olacağını göreceğiz; hem Ukrayna’ya ilişkin gelişmeler, hem de Suriye’ye ilişkin gelişmeler Trump’a kilitlenmiş vaziyette.
Türkiye’ye gelince; Türkiye, hem sahada, hem de masada olmak istiyor. İstiyor ama sahada ve masadaki güçlerin nasıl bölgeyi nasıl şekillendireceği, nasıl çözebileceği belli değil.
Suriye ve Kürt sorunu üzerine öncelikle değinmek istediğim iki konu var; biri içte, diğeri dışta olan iki kurumun sorunun çözümüne olması gereken işlevinden bahsetmek istiyorum.
İlki, her iki sorunda TBMM’nin işin içine katılması hususudur. Zaman zaman programlarda değiniyorum. Muhalefet ile iktidar diyalogları hakkında bilgi veren bir ölçü vardır. Ölçü; muhalefet tarafından verilen kanun teklifleri ve önergelerin iktidar tarafından dikkate alınıp alınmaması hususudur. Bugüne kadar muhalefetin hiçbir öneri ve teklifinin, hiçbirinin dikkate alınmadığını biliyoruz. Bu husus, Suriye konusunda ve Kürt sorununda da geçerli.
TBMM tarafından Suriye’ye girme, asker bulundurma, savaşma yetkisi tezkerelerle veriliyor, parlamento bu yetkiyi hükümete veriyor. İktidara bugüne kadar çok sayıda savaş tezkeresi verildi ancak ne bir parlamento üyesinden, ne dış işleri komisyonundan, ne de partilerden oluşan başka bir komisyon, tezkere yetkisi ile girilen operasyon bölgelerini bir kere bile ziyaret edemedi, verdiği yetkiyi takip edemedi, onay verdiği bir tezkerenin sahadaki uygulamasını denetlemesi mümkün kılınmadı.
Suriye iç savaşından bu yana sınırda kurulan mülteci ve sığınmacı kamplarını, sığınmacılar için ayrılan kaynakların kullanımınıdenetleyen, ziyaret eden bir heyet de görmedik. Muhalefetten kimse giremiyor, sığınmacılar için ayrılan kaynaklar denetlenemiyor, TBMM’nin bütçe hakkı dahil kapsamında olan işlevi yerine getirilemiyor.
TSK’nın kontrolünde bulunan bölgelerde Suriye milli ordusu var. Suriye milli ordusu ile bir muhalefet milletvekilinin görüşmesine bugüne kadar tanık olmadık. Suriye sorununda ve Kürt sorununda TBMM işin içine katılmadı.
Bugünlerde sadece İmralı görüşmesi sonrasında DEM heyetinin parti ziyaretleri var.
Aslında TBMM’nin 2017-2018’den bu yana alanı daralmış vaziyette. Yeni rejimde ülke kuvvetler ayrılığına göre değil, kuvvetler birliğine göre şekillendi. Bu rejimde parlamentonun gücünün çok azaldığını biliyoruz. TBMM’nin gücünü kaybetmesi, Suriye sorununa ve Kürt sorununa da yansımış vaziyette.
İkinci olarak üstünde durmak istediğim husus, Suriye sorununda işin içine Birleşmiş Milletler örgütünün katılması meselesidir. Suriye meselesinde Birleşmiş Milletler işin içine ne kadar katılacak? Suriye, uluslararası hukuk ve Birleşmiş Milletler kararlarına göre mi düzenlenecek, Birleşmiş Milletler öncülüğünde mi format atılacak, düzenlemeler buna göre mi olacak? Birleşmiş Milletler’in kredibilitesi, durumu da içler acısı.
Suriye iç savaşı başladığından bu yana 2012’den itibaren, Birleşmiş Milletler’in aldığı genel kurul kararları ve konsey kararları var. Suriye eylem grubu kuruldu, Cenevre kararları var yani Birleşmiş Milletler’de Suriye’ye ilişkin ciddi bir birikim var.
2015 yılında Suriye’de ateşkes ve çözüm çağrılarıyla birlikte bir geçiş, bir yol haritası yapıldı; anayasa vb. bunlara ilişkin ciddi bir külliyat da bulunuyor. Birleşmiş Milletler’in yaptığı çalışmalar Suriye için ne kadar yol gösterici olacak?
Önümüzdeki dönemde Birleşmiş Milletler örgütünün, Suriye’nin yeniden vücut bulmasında, yeniden düzenlenmesinde katkısı önemli, işin içine ne kadar katılacak? Bildiğim, Arap birliği bu konuda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin prensiplerine uygun bir şekilde düzenlemelerin yapılmasında bir mutabakat sağladı.
Yurtta ve cihanda iki kurumun işin içine katılması gerekiyor. Birleşmiş Milletler’in Suriye konusundaki pozisyonu başat olmalı ve aynı zamanda TBMM’nin de bu işin içine katılması gerekiyor.
Devlet Bahçeli’nin açıklaması sonrasında başlayan gelişmeler ve görüşmeler nereye ve nasıl evrilir? Benim bu konuda tavrım belli, bu meselede münevver kesimler arasında tartışma ve bölünme yaşanıyor. Bahçeli’nin başlattığı iktidar, İmralı hattı neyi, ne kadar çözecek, ne kadar gerçekçi? Sonuçta iktidarın 22 yıllık performansını biliyoruz.
DEM’e gelen ciddi eleştiriler de var çünkü insanlar; çözüm, barış, silahların susması ve silahların gömülmesinden söz ederken, aynı anda Milli Savunma Bakanlığı’nın haftalık bilgilendirmesine de bakıyorlar. Daha geçen hafta, 60 kişinin etkisiz hale getirildiğine, bombalanan yerlerin açıklandığına tanık oluyorlar.
Ayrıca şeffaf değil görüşmeler. Beş saat görüşülüyor, beş dakikalık bir açıklamayla yetiniliyor. Meclis’in bu işe ciddi katılmasının sağlanması gerekiyor, Meclis’in ciddi katılımı sindirilmiş Meclis’in daralan alanını da fiilen genişletebilir belki.
TBMM tarafından tezkere yolu ile iktidara verilen yetkiyle, bölgede Türkiye’nin sınırları genişledi ama bölgeye örneğin, Afrin’de inceleme yapan parlamento üyelerinden oluşan bir grup bugüne kadar göremedik – buna gazeteciler de dahil. İzleyemeye çalışan gazetecilerin de başına gelenler belli.
Suriye Kürtleri birliği hususuna geçen haftalarda da değindik, birlik içinde değiller. Suriye Kürtlerinin, Kürt Ulusal Konseyi adı altında bulunan bir kesimi var, ABD yetkilileri bunlarla PYD, YPG arasında uyum sağlamaya, ilişki kurmaya çalışıyor. Taraflar pek öyle çok yan yana gelmiyorlar. Kürt Ulusal Konseyi’nin arkasında Irak Kürdistan’ı /Barzani yönetimi var. Kürtlerin de bir arada pozisyon sergileyip sergilemeyeceği de önemli hususlardan biri.
Şu anda eski IŞİD’e dayalı bir grubun (Hey'etu Tahrîri'ş-Şâm) türevlerinin iktidar olduğuna tanık oluyoruz. Bu grup bile tek başına bir birlik değil, homojen değil. Türkiye’nin kontrol ettiği gruplar, Kürt gruplar var. Ayrıca çok farklı etniğe ve dile sahip, farklı dini yapıdan oluşan gruplar da söz konusu.
Suriye, eskiden Arap cumhuriyeti idi, şu anda ismi henüz belli değil, bir anayasa değişikliği henüz yok. Suriye sorunsalı yıllara sari çözümlenmesi gereken sorunlar demeti halinde bulunuyor.
Asıl mesele geliyor; iktidarı ele geçirmeye çalışan, silahlı devlet dışı aktörlerden Hey'etu Tahrîri'ş-Şâm denilen yapının nasıl ve hangi yerel ortaklarla ülkeyi kuracağı ve yöneteceğidir. Ayrıca Suriye’de yer alan tüm yapıların, bölgesel güç olarak Türkiye, İsrail ve hegemonik güç olarak da ABD ile birlikte nasıl bir yönelim içine gireceği de tahminleri zorlamaktadır.
Suriye’de Rus üsleri hâlâ duruyor. Rusya’nın ve üslerinin bölgedeki gelecekteki pozisyonu ne olacak? Dolayısıyla Suriye tahmin oyunlarının uzun süre devam edeceği, Suriye sorununun yeni bir Kıbrıs sorunu gibi bir sorun olacağı anlaşılıyor. Kıbrıs sorunun çok yüksek mali ve siyasi bedelleri oldu. 2012’de Suriye iç savaşı başladığından itibaren Suriye politikasının siyasi bedellerini yorumlamaya biliyoruz ancak Türkiye’ye mali açıdan neye mal olduğunu bilmiyoruz. Bu, çok önemli çünkü çok ciddi kaynaklar sarf ediyoruz.
Ö.M.: Bir de bu yeni çözüm süreci konusunda da belirsizlikler had safhada sürüyor sizin de belirttiğiniz gibi. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’den, ‘Ne tıkayan, ne bozan oluruz ama hiçbir planın da parçası olmayız’ şeklinde bir açıklama gelmişti 3 Ocak’ta, T24’te de vardı. Onun dışında da aslında Sezai Temelli’nin 2 Ocak’ta DEM Parti grup başkan vekili olarakArtı Gerçek’te konuşmasında, ‘Tüm görüşmeler tamamlandıktan sonra bir İmralı ziyareti daha olacak, ondan sonra kamuoyuna ikinci bir açıklama yapılacak’ demişti. Burada belirsizlik durumu iyice hakim. Murat Sevinç’in dün akşam yayınlanan Diken’deki yazısına değinmeme izin verirseniz, ‘Gerekirse komünizmi bile getirecek devlet ve güncellenen Kürt sorunu…’ yazısında, ‘Dönemin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın gençlere söylediği iddia edilen ‘Memleket komünist olacak ise onu da biz yaparız’ sözü herkesin malumudur ama 2009’da Radikal’de bir yazı kaleme alan İlhan Başgöz sözün sahibinin Tandoğan değil, 1940’larda Ankara Valiliği yapan Avni Doğan olduğunu yazmıştı.’ diyor. Aynı sözü söylemiş yani diyor ki, ‘Bir süredir bir şeyler oluyor ülkede Kürt sorunuyla ilgili, 10 yıl önce denendi olmadı, bu kez farklı koşullarda, farklı bir dünyada, farklı bir söylemle, farklı başlık altında ve muhtemelen aynı niyetle yeniden deneniyor. Çok yazılır çizilir nasıl olsa, pek çok insan gibi ben de nihai amacın birkaç sözcüklük bir Anayasa değişikliği olduğu kanısındayım. Ancak bu esnada PKK silah bırakır ve bu sorunda bir metre olsun yol alınırsa ayrıca akla, hukuka, vicdana zarar bir tutumla cezaevinde çürütülen insanlar özgürlüğüne kavuşursa buna Kürt sorunundan ekmek yiyenler dışında kim karşı çıkar?! Ezcümle… iyi niyet beyanları, endişe ve tereddütler, umut ve umutsuzluklar, beklentiler… Hiç biri, 1940’larda Ankara Valisi Avni Doğan’ın öğrencilere nasihatının seksen yıl sonra geçerliliğini büyük ölçüde sürdürdüğü gerçeğini değiştirmiyor. Neden böyleyiz, ya da tam olarak böyle miyiz; konunun, olup bitenin demokrasiyle ‘iltisak’ı vs. tartışmaları, sonraki yazıların konusu olsun. Şu sıralar, iktidar halesinde yer alıp talimatla kalem oynatan, bir gün söylediğini ertesi gün inkar edebilen tipler, Türkiye ahalisine ‘barış’ ve ‘kardeşlik’ nutukları atıyor. Onlar yüzsüzce bu nutukları atar, Bahçeli DEM ile ‘kardeşlik’ pozları verir ve Ahmet Türk MHP liderinin nezaketini yüksek sesle överken, üniversiteden ‘barış imzacılığı’ gerekçesiyle atılan, sekiz yıldır sivil ölüme mahkum edilmiş ve henüz iade edilmemiş sevgili meslektaşlarımızla birlikte, hâlâ, son derece bağımsız yargımıza ‘Kandil’den talimat almadığımızı’ anlatmaya çalışıyoruz! Ve bu durum, henüz hiç kimseye yeteri kadar aptalca görünmüyor,’ diye biten bir yazısı var.
A.B.: Mesele bu zaten; otokratik bir düzendesiniz, 150 yıllık etnik ve kan akıtan sorunu konuşuyoruz, defalarca sorun/çözüm pratikleri yalama olmuş ve üstelik bu iktidar döneminde yalama olmuş bir konuda derin güven sorunu yaşanırken, çözmeye kalkışmak gibi bir durumu yaşıyoruz. Ayrıca mesele Suriye sorunuyla eklemleşmiş durumda.
Dünya örneklerine baktığımda otokraside iken bu tür sorunları çözen bir ülke örneğini pek bilmiyorum. Bu tür sorunlar, demokratikleşmeyle çözülen hususlardır - zaman zaman İspanya deneyimlerini bu konuda programlarımızda konu ediyoruz.
Yakın tarih boyunca Kürtlere verilen sözlerin yerine getirilmediği, dört ülkede yaşayan Kürtlere haklarının verilmediği, tanınmadığı bilinen bir gerçeklik. Ağzımız sütten çok yandı, dolayısıyla güven duymadığımız bir iktidarın girişimlerine üfleyerek yaklaşıyoruz.
Kim ülkesinin özgürlüklerinin genişlemesini istemez, kim barış gelmesini istemez! Ancak yakın ve uzak tarihimiz güven duyulmayacak yaklaşımlarla, operasyonlarla dolu. Bir güven meselesidir bu tür sorunların çözülmesi, daha masaya bile otururken güven sorunu var.
Şunu da söylemek istiyorum; bugün için oldukça zayıf bir Kürt siyaseti olduğunu düşünüyorum. Kürt sivil siyaseti 30 yılı aşkın bir deneyime sahip, geçen 30 yılı da takip etmeye çalışan biri olarak söyleyeceğim: Kürt siyaseti en zayıf dönemini yaşamaktadır.
İdamın kaldırılmasına karşı çıkan, DEM’lilerin terörist olduğunu söyleyen, idam ipini kitlelerin önüne atan Bahçeli ile geliştirilen bu diyalog güven verici gelmiyor doğrusunu söylemek gerekirse. Neden bu konulara ilişkin tereddütlerimiz var? Bu geçmişte yaşadıklarımız nedeniyle…
Ö.Ö.: Ama Ali Bey, şimdi bu bahsettiğiniz çekincelerin hemen hemen hepsi Kürt hareketinde de var, hatta bizzat yaşayanlar onlar. Yani ölümler, baskılar, vs. Sırrı Süreyya Önder, kendisi de söyledi, bu zamana kadar ki bir önceki çözüm sürecinde biliyorsunuz İmralı’ya, Kandil’e falan da gidiyordu ve en somut gelişmelerin bu süreçte olduğuna dair, ‘Ben oldukça umutluyum’ gibi bir açıklama yaptı. Belli ki koşullar zorluyor iki tarafı. Bence zaten MHP’nin bu süreçte sanki baştaymış gibi görünmesinin sebebi Orta Doğu’daki bu sıkışıklık ve PYD ile muhtemelen Türkiye devletinin bir tür ittifaklık arayışı, Orta Doğu’da bölgesel bir savaş tehdidi gibi duruyor. İçeride bir demokratikleşme, Kürt sorunu, vb. Bunu zaten çok fazla iddia eden, böyle bir şey olacağını söyleyen de yok şu an...
A.B.: O olmazsa gerçek bir çözüm süreci olmaz, söylemek istediğim bu.
Ö.Ö.: Ama bu gerçekten böyle mi? Yani dünyada birçok silahlı çatışma hiç de demokratik olmayan ülkeler içerisinde sonlanabiliyor. Mesela Rusya, bazı bölgelere özerklik verebiliyor ki Rusya demokratik bir ülke değil, Kolombiya öyle çok demokrasinin geliştiği bir ülke değil, savaşın olduğu yerde demokrasi olmuyor, bunu biliyoruz. Mesela İsrail hep demokrasi olduğunu iddia eder ama savaşan bir ülkede ne kadar demokrasi olabilir? Barış için mutlaka bu devletlerin demokratik mi olması gerekiyor? Ondan ben çok emin olamıyorum.
A.B.: Bu tartışma çok uzar; kanaat önderleri, yorumcular, gazeteciler olarak bölünmüş durumdayız. Bölünmenin nedeni; yeterli bilginin olmayışı, yaşanan belirsizlik ve yakın tarihte yaşadığımız gel-gitler ve acılar olduğu söylenebilir. Temelde çok ciddi bir güven sorunu bulunmakta.
Meseleye çok dikkatli yaklaşılması gerektiğini söyleyenler, inandırıcı bulmayanlar ile ‘bu bir tarihi fırsat’ diyenler arasındaki görüş ayrılıklarının temel nedeni iktidara karşı güven sorununda düğümlenmekte.
Açık Radyo’da Kürt açılımı dönemlerinde de, çözüm sürecinde de bu programları yaptım. 22 yıllık iktidarın tüm gel-gitleri yaşadım. Bu deneyimlerden çıkarak kendi pozisyonumu bu şekilde belirliyorum. Pervin Buldan , Sırrı Süreyya Önder ve Ahmet Türk, ilk görüşmelerde de bulunan insanlar, başkaları niye yok?
Geçenlerde gazeteci Yalçın Doğan, ‘Neden İmralı görüşmelerine diğer muhalefet partilerinden de katılanlar olmuyor?’ diye soruyordu. Neden yok?
Saydığım sebepler ile görüş ayrılığı olması kadar da normal bir şey düşünemiyorum. Ülkenin Suriye ve Kürt sorunu iç içe geçmiş meseleler ve Suriye’nin geleceğinin uzun süre belirsiz kalacağı ortada. Milli Savunma Bakanlığı’nın açıklamasında, yapılan operasyonları ve etkisiz hale getirilenleri açıklamaya devam ediyor ise bu tür yaklaşımlara, diyaloglara ‘kokuşmuş diyaloglar’, ‘kokuşmuş uzlaşmalar’ denir. Kokuşmuş uzlaşmalar ve kokuşmuş diyaloglarla Kürt meselesi çözülmüyor. Hep başa dönüyoruz, tekrarlar yaşıyoruz. Bu nedenle sorun, demokratikleşme parantezi içerisinde ele alındığında gerçekçi çözümlere ulaşmak mümkün oluyor.
Ö.Ö.: Peki, bu ne kadar mümkün ki?
A.B.: Şu anda zaten Türkiye içerisinde PKK’nın silahlı gücü neredeyse yok görüldüğü kadarıyla, sadece intihar eylemleri yapabiliyorlar. Irak’ta bile yani Kandil bölgesinde de zayıflamış durumdalar. Bütün silahlı gücü gördüğümüz kadarıyla Suriye’de toplanmış, birikmiş durumda.
Ö.Ö.: Tabii düzenli gücü, 100 bin kadar askeri olduğu iddia ediliyor. 70 bin diyen de var, 100 bin diyen de...
A.B.: Suriye Demokratik Güçleri’nin değil mi?
Ö.Ö.: Evet.
A.B.: Onun içinde değişik gruplar da var tabii. Sonuçta bu konu, ülke içinde böylesine bir yarılmayı da beraberinde getirdi.
Ö.Ö.: Ben minik bir şey söylemek istiyorum; Türkiye’de çözüm sürecinde de en eksik olan şey yani bu süreçten umutlu olan Türkiye’nin daha demokrat, aydın, vb. kesimlerinin örgütlenmeyip bu siyasete müdahil olmamasıydı yani seyirci konumunda kalıyorlar. Şu anda da öyle yani demokrasi bir ilişki biçimi gibi geliyor bana. İlla bir yasal, anayasal düzenlemelerin ötesinde kurarsanız yani örgütlenirseniz, mücadele ederseniz demokrasi olur, demokratikleşir yaşananlar. Şimdi iki taraf müzakere ediyor, üçüncü taraf yani bundan güvensizlik duyanlar var ise örgütlenip müdahalede bulunmaya ve ‘biz gerçek bir barış istiyoruz’ dediğinde demokratikleştirmiş olur aynı zamanda.
A.B.: 70’lerin bazı sol siyasetlerinde barış, demokratikleşme ve sosyalizm iç içe geçmiş süreçler olarak tanımlanırdı - sözlerin onu hatırlattı bir anda. Dilerim bu konuda gereksiz kaygılar duymuş olayım ve yanılayım, böyle bir yanılgıdan dolayı sevinç duyar, uçarım. Gerçekleşsin bütün bu süreç, Suriye’de de, Türkiye’de de barışı sağlayalım, kan bitsin. Ömrümüz bu işlerle geçti, barış mücadelesi ile başladık siyasi hayatımıza, gazetecilik öncesinde siyasi hayatımıza barışla ilgili toplantılara katılarak başladık. Barış olmasın demiyoruz ki; sadece yalama olmuş bir sürece, bir tarihe işaret ediyoruz. Elinde idam ipiyle gezen insanla birlikte bir yola çıkmanın ne kadar güvenilir olup olmadığını test ettiğimiz için bu sözleri söylüyoruz.
Ö.Ö.: İşte ben de diyorum ki zaten güvenmeyin ama sizin gibi ya da toplumda barış isteyen diğer güçler örneğin Batı’daki güçlerin örgütlenmesi ve müdahil olması gerekiyor ki bu şekilde bahsettiğiniz sorunlar devam etmesin demeye çalışıyorum.
A.B.: Müdahil olmasına oluyoruz, bak, burada program yapıyoruz.
Ö.Ö.: Ama galiba bundan daha büyük bir güce ihtiyaç var.
A.B.: Gazeteci olarak tabii ne kadar müdahil olunabilecek ise o sınırlar içerisinde görüşlerimizi ortaya koyuyoruz. Rezervlerimizin ne olduğu da ortaya koyarak muhakkak, rezervleri de dile getirmek, sosyal bilimlerle uğraşan bir kişi ve gazeteci olarak sorumluluğum çünkü Kürt tarihine baktığımda bu rezervleri koymak durumundayım.
Bakın, 2025 yılı Takrir-i Sükûn’un 100. yılı ki bir program da yapacağım bu konuyla ilgili, Takrir-i Sükûn’a nerelerden geldik? Özerklik verilecek dedikten bir yıl sonra Takrir-i Sükûn çıkarttık. Dolayısıyla Kürt sorunu ve barış süreci romantik yaklaşımlarla çözülemez, barış süreci desteklenir ama rezervleri de belirterek desteklenir. Sanıyorum süremiz doluyor, İmralı görüşmesini ve Suriye sorununu Türkiye’nin yıl sonunda ve yılın başında militarist alanda ve sanayideki pozisyonunu yeni gelişen haberlerle harmanlayarak anlatmak, bağlamak istiyordum ama vaktimiz sanıyorum yetmeyecek. O yüzden isterseniz ben burada keseyim.
Ö.M.: Evet, lütfen. O konu da önemli, gelecek hafta takip etmeye çalışırız.
A.B.: 50 yıldır Kıbrıs’ta sorun hâlâ sürüyor, bir 50 yıl veya daha fazla Suriye sorunu sürebilir çünkü onun alt yapısını oluşturan silahlanma süreci yaşanıyor. Türkiye’de, bölgede ve dünyada da silahlanma artıyor.
Ö.M.: Evet, bunun üzerinde de konuşmaya devam edeceğiz. Çok teşekkürler Ali Bey.
A.B.: Görüşmek üzere.
Ö.Ö.: Görüşmek üzere.